Yaşlanma korkusu dediğimiz şey aslında bir yer de yaşamımızın son bulması yani ölüm korkusudur. Ölmeden önce ölmek! Sufizm içerisinde ölmeden önce ölmek gibi bir tabir vardır. Bu tabire ilk baktığımızda kötü bir tabir gibi durur. Bizler aslında ölüm korkusunu daha anne karnına düştüğümüz ilk andan itibaren yaşıyoruz. Asistanlığım sırasında Ankara’da bir alışveriş merkezinde tropikal […]
Yaşlanma korkusu dediğimiz şey aslında bir yer de yaşamımızın son bulması yani ölüm korkusudur.
Ölmeden önce ölmek!
Sufizm içerisinde ölmeden önce ölmek gibi bir tabir vardır. Bu tabire ilk baktığımızda kötü bir tabir gibi durur. Bizler aslında ölüm korkusunu daha anne karnına düştüğümüz ilk andan itibaren yaşıyoruz. Asistanlığım sırasında Ankara’da bir alışveriş merkezinde tropikal ormanaların sayısını gösteren bir geri sayım sayacı vardı, o tabloda sayılar sürekli aşağıya düşüyordu, yani tropikal ormanlar tükeniyordu. Biz insanlardaki durumda bana aynı bu ormanlar gibi geliyor. Doğduğumuz andan itibaren yaşamak diye tanımladığımız şey belirlenmiş bir yılın mesela 60-70 yılın gün gün, saniye saniye geriye doğru sayımıdır.
Yaşamak iyi bir şey midir? Ölüme yaklaşan bir şey midir? Bilemiyorum…
Ama yaşamak dediğimiz şey ölüme doğru bir gidiştir. Kim bunu kabul edipte yaşamayı isteyebilir ki, belki de tam bu noktada sufizmin ölmeden önce ölmek tabiri anlam kazanıyor.
Gençken ya da 10’lu yaşlarda iken ölümü hiç düşünmeyiz belki. Ama aslında 5 ila 10 yaş arasında bir dönem ölümle uğraşıyoruz. Mutlaka bu dönemde bunu merak ediyor, ilgileniyoruz ama yetişkinler bu merakımızı bir şekilde bastırıyorlar. Ebeveyn olarak bu dönemde ölümü sorgulayan çocuklarımızı kandırma ve geçiştirme eğiliminde oluyoruz. Sonra zaten o çocuklarda büyüdükçe günlük hayatın telaşında bu duyguyu bastırıyorlar. Taki bir gün bir yere geliyoruz işte o zaman yaşlanmak diye tanımlayacağımız şey ya çevremizden birilerinin ölümü ile oluyor ya da ailemizden birilerini kaybetmekle başlıyor ve biz ölümle yani yaşlanma korkusu ile yüzleşiyoruz. Bu kez de bunları günlük hayatın telaşına kapılıp bastırıyoruz. Ve yaş belli bir yere gelince özellikle de emeklilikle birlikte artık bastırılabilecek bir durumdan çıkıyor bu kez inkar etme duygusu, kaçma dürtüsü bizi koruyamaz hale geliyor.
Sizinle okuduğum bir hasta hikayesi paylaşacağım, kendi hastam değil ama başka bir hekim arkadaşımın hastasının hikayesi. Bu hasta kadın 35’li yaşlarda ancak yaşlanıp ölmemek için hala çocuk gibi davranmaya devam ediyor. Niye çünkü çocuklar ölmez!
Bir gün gelecek çevremiz 80 yaşında adını soyadını hatırlamayan ama çeşitli uzuvları genç kalan insanlarla dolacak….
Kapitalist sistemin ya da günümüz davranış kalıplarının da burada etkileri var. Mesela genç görünmek gibi. Benim çok hoşuma giden bir anekdot var size de aktarayım; alzheimer hastalığı için yapılan araştırmaların 4 katı meme cerrahisi ya da ereksiyon tedavisi için yapılıyor. Bir gün gelecek çevremiz 80 yaşında adını soyadını hatırlamayan ama çeşitli uzuvları genç kalan insanlarla dolacak. Sistem bunu da bize dikte eder hale geldi bir şekilde, moda diye… Çünkü uzuvların gençse sen de gençsin gibi algılatıldı. Halbuki bu noktada uğraşılacak şey ölmeyi inkar etmek ya da ölmekten kaçmak değildir, asıl olan bir gün öleceğimizi kabul edip o güne kadar keyifli ve sağlıklı yaşayabilmektir. Ölüme direnemezsin sadece o zaman gelinceye kadar keyifli, sağlıklı, ahlaklı yaşayabilirsiniz.
Önemli olan zamanı gelene kadar erteleyebilmeyi bilmek!
İklimi kontrol edemediğimiz gibi çevremizde de bizim elimizde olmayan birçok sorunu da kontrol edemeyiz. İstediğimiz şey sorunsuzluk mu?, mutluluk mu? Önce buna karar vermeliyiz. Ve biz enerjimizi nereye harcıyoruz? Eğer hayatı bir terazi olarak düşünsek, bir tarafa sorunları, bir tarafa mutlulukları koysak, enerjimizi sorunları ortadan kaldırmak için kullanıyorsak bu terazi hep aynı dengede kalacaktır eğer mutluluk tarafına bir şey koymazsak. Yani her ikisi için de enerji harcamak lazım. Evet sorunların da farkında olup sorumluluk bilinci ile çözebildiklerimizi çözmeliyiz. Ama çözemediklerimiz de olacak bunlardan da kaçmamız gerekiyorsa kaçmalıyız. Çünkü bütün sorunları çözemeyiz. Örneğin ocak ayında denize girmek istiyorum deseniz ne yapacaksanız yaza kadar denize girmeyi erteleyeceksiniz, işte bazı sorunları da hemen çözemezsiniz o nedenle ertelemeniz gerekebilir, zamanı gelince çözülecektir zaten.
Yaşlanmak (ölmekten) korkan herkes için sadece şunu söyleyebilirim…
Beynimiz içerisinde çok eski devirlerden gelme kısa yollar var. Düşünen kısmımızdan önce beynimizde yerleşmiş yolları vardır, bunlardan etkin olan bu bölge amigdaladır. Beynimize bir miktar saf diyebiliriz. Örneğin somurtursak beyin yüz kaslarımıza bakar ve yüz kasları böyle demek ki ben mutsuzum diye algılar. O andan itibaren karamsarlık başlar. Eğer yüz kaslarımıza sahte de olsa bir gülücük yerleştirirsek o zaman da gülüyorum yani mutluyum mesajını algılar. Ve bu kez mutluluk başlar. Bu yüzden gülün, sadece gülün…
Geçmişte travması olanlar da (ölümle – kayıplar ile ilgili) yaşlılık korkusunun daha fazla olması mümkün mü?
Tabi mümkün, çünkü hepimiz kurgusal yaşıyoruz, hepimizin değerleri farklı. Aslında ben hayatı bir matrix’e benzetiyorum. Çok çabuk değerlerimiz değişiyor ve bunların hepsi sanal. Sadece bizim verdiğimiz değerlerle alakalı, biz değerlerimizi farklı tutarsak farklı noktalara varabiliriz. Bir evin soyulmasından öncesi ve sonrası aslında güvenli olması durumu değiştirmez ama bizim kafamızda artık o “güvenli evim” algısı değişir. Yani bunlar bizim kurgumuz. Bu sefer bunların peşinde ilerlersek bunları sabit tutmak için uğraşırız. Çevremizdeki ölümler de bize sürekli ölümlü olduğumuzu hatırlatır.
Yaşlanma korkusu olanlara şunu yapmayın, bunu yapmayın diye söyleyebileceğiniz şeyler var mı?
Hayır yok çünkü kişiye bir şeyi yapmayın demek o şeyi daha çok düşünmesini sağlar! O nedenle örneğin yaşlılık programlarını seyretmeyin demek doğru değildir. Çünkü o cümlenin mesajı “sen yaşlısın, daha çok bunları seyredip kendi moralini bozma, yaşlısın öleceksin boşu boşuna canını sıkma” demektir.