Her insanın kendine özgü düşünceleri, yaşanan olaylara karşı bir yaklaşımı, kısacası bir hayat felsefesi vardır. Aynı toplumu oluşturan ve birbirleriyle sürekli olarak etkileşim halinde olan bireylerin, hangi asgari müşterekler içinde bir ortak düşünce oluşturacakları konusunda, sürekli olarak bir tartışma ve zıtlaşma söz konusu. Herkes kendi yaptığını ve haklılığını savunup, karşı tarafa karşı bir anlayışsızlık ve […]
Her insanın kendine özgü düşünceleri, yaşanan olaylara karşı bir yaklaşımı, kısacası bir hayat
felsefesi vardır. Aynı toplumu oluşturan ve birbirleriyle sürekli olarak etkileşim halinde olan
bireylerin, hangi asgari müşterekler içinde bir ortak düşünce oluşturacakları konusunda, sürekli olarak
bir tartışma ve zıtlaşma söz konusu. Herkes kendi yaptığını ve haklılığını savunup, karşı tarafa karşı bir
anlayışsızlık ve tahammülsüzlük içindeyken, bu sorunların nasıl çözümleneceği konusu şu anda pek
umut vaat etmiyor. Toplum menfaati gözetildiği iddiasında olanların dahi, işin aslı ortaya çıktığında,
bu düşünce ve anlayışın çok uzağında olduğunu görebiliyoruz. Kişiselleşmenin, toplumun en küçük
birimlerine kadar ulaştığını ve insanları esir aldığını görmek endişe duyulması gereken toplumsal bir
sorun olarak karşımıza çıkıyor. Düşüncenin ya da uygulamanın doğruluğu üzerinde bir muhakeme
yapma ve doğruya ulaşma çabası, yerini sadece kendi düşüncesinin ne kadar kişi tarafından
benimsendiği ve desteklendiğinin önemsendiği, samimiyetsiz ve baştan aşağı kişisel ego tatmini
sağlama çabasına bırakmış durumda. Gerekli gereksiz her şeyi ön plana çıkartarak ve artık bayma hissi
verecek derecede abartarak, toplumsal önceliklerin yer değiştirmesine hizmet ettiğinin farkında
olmayan, düşünce yığınları haline geliyoruz. Sürekli bir şeyleri tartışıyor gibi görünmemiz, tartıştığımız
konuların çözümüne ya da gelişimine bir fayda sağlayamıyor. Çünkü tartışmaya dahil olanların
kafasında sabit bir düşünce ve anlayışın var olduğu gerçeği, ilerlemenin sağlanmasında ki en büyük
engel. Fikri olanda olmayan da, araştırıp bilgi sahibi olanda, kulaktan dolma magazinsel bilgilere sahip
olanda konunun uzmanıymış gibi ahkam kesiyor. Sabit fikirlerin tartışmasından doğruyu bulacak bir
sonuç çıkmasını isteyen ya da bekleyen varsa, biraz fazla hayalperest ya da melankolik bir insan
olduğunu söylememiz abartı olmaz sanırım. Beyin fırtınası denilen bir çözüm üretme tekniği var
olduğunu duymuşsunuzdur. Oldukça eğlenceli ve bir o kadar da yararlı bir tekniktir. Bizde ki
tartışmalar beyin fırtınası değil beyin kasırgası şeklinde olduğundan, gelişim ve çözüm oluşturulmak
için tartışılan konuyu ne yazık ki yıkıp, yok ediyor. Yani üzerinde tartışılan konu tartışılmaya devam
ettikçe arapsaçına dönüyor. Hiçbir sorun tartışıldıkça daha büyümez. Büyüyen sadece insanların
bireysel tahammülsüzlükleri ve birbirlerine karşı hırslarıdır. Buradaki en büyük sorun, yine kişisel
ihtirasların etkisinde kalan insanların sorunu kişiselleştirmesinden dolayı, toplum yararına bir
sonucun çıkmasının önüne geçmeleridir. Rekabet duygusu ve kişisel kazanma hırsı, mantığın ve
toplumsal yararın önüne geçtiği anda, olayların gideceği noktayı sadece duygular tayin eder. Duygular
da toplumsal bir birliktelik oluşmasına yeterli olamayacak kadar kişisel ve değişkendir. Duygularını aklı
ile harmanlayarak, davranışlarını ve değer yargılarını düzenleyemeyen insanlar ve toplumlar, arabesk
bir yaşam tarzına kendilerini mahkum ederler. Yaptığı davranışın ya da içinde olduğu ruh hali ve
düşünce yapısının doğruluğunu, sadece kendi gibi düşünen insanların sayısal miktarında arayan
insanların, toplum yararına ortaya koyabilecekleri bir fayda söz konusu olamaz. Hassas bir kişiliğe
sahip gibi görünerek, sürekli toplum ve insanlığın yararına bir kaygı taşıyormuş havasında olanların,
tek dertlerinin kişisel onaylanma ihtiyacını karşılamak olduğu, net bir şekilde ortadadır. Samimiyetsiz
ve sürekli aynı davranışlarla desteklenen bir karakter ortaya koymak, kendini ifşa etmekten başka bir
anlam taşımamaktadır. Kral çıplak diye bas bas bağırıp, ortalıkta çıplak gezmek de ayrı bir nüktedan
davranıştır. Düşünce özgürlüğü demokrasinin vazgeçilmez bir unsurudur bunu tartışmak bile yersizdir.
Gereksiz olansa, yerli yersiz ne kadar konu varsa düşündüğünü sanarak ortaya koymak ve abartarak
düşünülmesi gerekenleri ikinci plana atmaktır. Kişisel haz ve öncelikleri peşinde koşan toplumlar,
maraton koşucuları gibi koşturup dursa da yarış asla istedikleri ve bekledikleri şekilde bitmeyecektir.
Sağlıcakla kalın…