CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: Bugün Temmuz ayını tamamlıyoruz. Tek adam parti devleti rejiminin ilk kabinesi geçen yılın Temmuz ayında göreve başlamıştı. Yine geçen yılın Temmuz ayının bu günlerinde ABD Başkanı Trump, Rahip Brunson derhal serbest bırakılmazsa, Türkiye’ye yönelik kapsamlı yaptırımlar […]
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Bugün Temmuz ayını tamamlıyoruz. Tek adam parti devleti rejiminin ilk kabinesi geçen yılın Temmuz ayında göreve başlamıştı. Yine geçen yılın Temmuz ayının bu günlerinde ABD Başkanı Trump, Rahip Brunson derhal serbest bırakılmazsa, Türkiye’ye yönelik kapsamlı yaptırımlar uygulayacağına dair tehditlerde bulunmuştu. Aslında iktidarın kötü yönetimi nedeniyle 2013’den beri, dünyadaki en kırılgan ekonomiler liginde ilk beşten bir türlü düşmeyen Türk ekonomisi bu açıklamadan sonra daha ciddi bir çalkantı içine girdi ve ekonomide kusursuz bir fırtına patladı. Dolar kuru 7 liralara dayandı, iki yıllık gösterge tahvil faizleri yüzde 25’lere kadar çıktı, Türkiye’nin borç temerrüt risk primi, iflas anlamına gelen 400’lerin üzerini gördü. Kısacası iktidarın sıcak paracılara teslim ettiği finansal piyasalarımız bir tweet ile alt üst olacak kadar zayıflamıştı.
SARAY ULUSAL İTİBARIMIZI YERLE BİR ETTİ Saray bunu görünce Trump’ın tehditlerine pabuç bıraktı. Erdoğan Amerika’dan aldığı talimat uyarınca Rahibi apar topar Beyaz Saray’a gönderdi. Trump da Oval Ofis’te Evangelistlerin önünde Türkiye’den getirttiği rahibe kendini takdis ettirdi. Yetmedi bir de “Rahibi gönder dedik, gönderdi” deyip Sarayın kibirli adamıyla dalga geçti. İktidar, ABD’nin iç siyasi çekişmelerine ülkemizin itibarını peşkeş çekti. Ulusal itibarımızı yerle bir etti. Bu tiyatro sahnesi milletimizin hafızalarından bir türlü silinmedi. Hala milletimizin içi bu sahneyi hatırladığında sızlatmaktadır.
EKONOMİDEKİ DARALMA İKİNCİ ÇEYREKTE DE SÜRECEK Finans sistemindeki bu türbülansın yükü, son bir yılda insanlarımızın ve şirketlerin yani reel kesimin üzerine tüm ağırlığıyla bir karabasan gibi çöktü. Ekonomimiz 2018’in son üç ayında yüzde 3, bu yılın ilk üç ayında da yüzde 2,6 daraldı. Yine bu yılın ikinci çeyreğine ait Nisan ve Mayıs aylarında da takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2,6 azalmış. Bu veriler ekonomideki daralmanın bu yılın ikinci üç ayında da süreceğini ortaya koyuyor. Yine imalat sanayi üretimi açısından son derece önemli olan Satın Alma Yöneticileri Endeksi Haziran’da kritik eşik olan 50’nin altında kalmaya devam etti. Aslında bu endeks son 16 aydır 50’nin altında seyrediyor.
KRİZİN EN AĞIR BEDELİNİ MİLLETİMİZ ÖDÜYOR Krizin en ağır bedelini de bu krizde işini-gücünü kaybeden milletimiz ödüyor. Geçen yıl bu zamanlar bir iş sahibi olan 810 bin yurttaşımız bu yıl işinden, ekmeğinden olmuş. Resmi işsizlerin sayısı 3 milyon 86 binden 4 milyon 202 bine çıkmış. İşsiz yurttaşlarımızın gerçek sayısı ise bu dönemde yaklaşık 1,5 milyon kişi artarak 8 milyon kişiye ulaşmış. Üniversiteli işsiz sayısı son bir yılda yüzde 26 artmış, 1 milyonu aşmış. Genç İşsizlik oranı, son bir yılda 6,4 puan artarak yüzde 23’ü aşmış. Yani piyasada iş arayan her 4 gençten birisi iş bulamıyor, işsiz. Millet kış gününde tanzim-satış kuyruklarına mahkûm edildi. Mutfakta tencere boşaldı. Hayat pahalılığı dar gelirli yurttaşlarımızı bunalttıkça bunalttı.
PROTESTOLU SENETLER 10 MİLYAR TL’Yİ GEÇTİ, KARŞILIKSIZ ÇEKLER 16 MİLYAR TL’Yİ BULDU Esnaflarımız borçlarını ödeyemez hale geldi. Ödenemeyen çek ve senetler dağ gibi birikti. Millet icra kapılarına düştü. Bu yılın ilk altı ayında protesto edilen senet tutarı, geçen senenin aynı dönemine göre, yüzde 50 artarak 10 milyar TL’yi geçmiş. Aynı dönemde karşılıksız çeklerin tutarı da yüzde 64 artmış ve 16 milyar TL’ye yaklaşmış. Geçtiğimiz yıl bu zamanlar icra dairelerinde 19 milyon civarında dosya varmış bu yıl dosya sayısı 21 milyona dayanmış. Şirketler konkordato ve iflas kuyruğuna girmiş. Saraya yakın Ticaret Odası başkanları bile “Konkordato ilan eden şirketlerin borcunu devlet üstlensin” demeye başlamış. Bu aslında bir yandan ekonomideki yangının boyutlarını gözler önüne seriyor. Bir yandan da geçmişte söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunu hatırlatıyor.
KÂRLAR KİŞİSEL, ZARAR 82 MİLYONUN Biz 2013’de Merkez Bankası, “dolar yağmuru artık bitecek” dediği günden bu yana bu günlerin geleceğini hep söyledik. Ekonomide artan borç yüküne dikkat çektik. Bunları söylediğimizde iktidar mensupları bize, “Bunlar özel sektörün borcu kamuyu etkilemez” diyorlardı. Biz de geçmişte dünyada ve Türkiye’de yaşanmış kriz örneklerini hatırlatıp, bu borçların bir gecede nasıl kamunun sırtına taşınabileceğini hep söyledik. Şimdi görüyoruz ki devlet eliyle kurtarılma talepleri artmaya başladı. Kârları kişisel, zararı ise 82 milyona ait gören bu anlayışı tasvip etmemiz tabi ki mümkün değil. Ama TBMM kapanmadan önce yaklaşık 400 milyar liralık şirket borcu için İstanbul Yaklaşımının getirildiğini de dikkatlerimizden kaçırmamamız gerekiyor. Bu senenin başından bu yana devletin kasası tamtakır. İlk altı ayda bütçe açığı 78,6 milyar lira. Bu, 2019’un tamamı için hedeflenen açığın neredeyse tamamına eşit. Bakan damadın son bir yılda “güçlü politika başarısı” diye övündüğü tablo işte bu. Artan işsizlik, ödenemeyen borçlar, iflaslar, konkordatolar…
DAMAT BAKANA: HER ŞEY OLABİLİRSİNİZ AMA REZİL OLAMAZSINIZ Mali disiplini unutan, devletin kasasını boşaltan iktidar, şimdi de Merkez Bankası’nın kasasına el atmış vaziyette. İlkin Merkez Bankası’ndan Hazine’ye gelecek kâr payını erken tahsil edip seçimden önce yiyip bitirdiler. Şimdi de Merkez Bankası’nın 41 milyar liralık ihtiyat akçesini, milletin kefen parasını yiyorlar. İhtiyat akçesinin 21 milyarlık ilk dilimi Hazine hesaplarına aktarıldı. Bu para bayram öncesi kullanılacak. Peki Merkez Bankası bu parayı nereden verecek? Para basacak. Sarayın sosyete damadı “bu para basmak değil” demiş. “Bilançodaki bir kalemin yer değiştirmesi para basmak değildir” buyurmuş. Yazar ve şair Murathan Mungan’ın bu durumu özetleyen güzel bir sözü var. “Türkiye’de her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız”. Bakan damat da anlaşılan bu sözün hakkını vermeye çalışıyor.
BUNUN ADINA DÜNYANIN HER YERİNDE PARA BASMAK DERLER TCMB nezdinde kamu hesapları üzerinden gerçekleştirilen her işlem piyasadaki likiditeyi etkiler. Bu nedenle TCMB piyasadaki likiditeyi düzenlerken, DİBS ihraç ve itfalarını, vergi tahsilatları gibi kamu mevduat hesaplarında hareket doğuracak her işlemi dikkate almak durumundadır. Dolayısıyla şimdi kamu mevduatına alınan bu akçeler bayram öncesi müteahhitlere yapılacak, emeklilere yapılacak ödemelerde kullanıldığında dolaşımdaki para miktarı da ister istemez değişecektir. Bunun adı dünyanın her yerinde para basmaktır.
SOSYETE DAMAT HARİKALAR DİYARINDA Ekonomide çarkların bir an önce dönmeye başlaması gerekiyor. Çarkları döndürmenin ön koşulu da ekonomide güveni sağlamaktan geçiyor. Bakan Damat “en kötüsü geride kaldı” diyor ama Temmuz biterken açıklanan ekonomide güven endeksinin yeniden gerilemeye başladığını görüyoruz. Temmuz’da ekonomik güven endeksi yüzde 3,3 düşmüş. Tüketici güveni yüzde 2; reel kesim güveni yüzde 3 gerilemiş. Peki güvenmeyen, güveni sürekli gerileyen insanlarımız nasıl tüketecek, nasıl yatırım yapacak? Son bir yıldır güven veren kadrolar eliyle, güven uyandıracak bir program uygulamaya konmadı. Bu bir yılı aspirin tedavisiyle pansumanla geçirdik. Neredeyse her bir buçuk ayda bir, bir paket açıklandı. Açıklanan her paketten sonrada işler hep daha kötüye gitti. Ama bakıyorum sosyete damat hala harikalar diyarında. Durumun ciddiyetinin farkında değil.
HİÇ BİR TEDBİR ALMADILAR Hatırlayın ne diyordu Damat? Şubat, Ocak’tan, Mart Şubat’tan, Nisan hepsinden iyi olacaktı. Rakamlar ortada. Artan işsizlikle, iflaslarla, ödenemeyen çeklerle, senetlerle milleti bu kadar zamanda perişan ettiler. Ekonomi kalp krizi geçirmiş, hasta yoğun bakıma düşmüş, tansiyon sıfıra yaklaşmış, Damat “ödemeler dengesinde cari işlemler fazlası vereceğiz” diye seviniyor. Ekonomi daralıyor. Üretim durmuş, yatırım durmuş, işsizlik artıyor. İthalatla bütün bunların sonucunda ekonominin ihtiyacı olmadığı için geriliyor. Dolayısıyla konjonktürel olarak ödemeler dengesi fazla verme noktasına doğru gidiyor. Bakan sime buna “dengeleniyoruz” diyor. Burada sorarlar, “Türkiye’de ödemeler dengesinin kalıcı bir biçimde düzelmesi için rekabet gücünü artıracak hangi tedbirleri aldınız?” Hiçbir şey yapmadı.
İNDİRSİNLER FAİZİ %5’E, BAKALIM ENFLASYON DA %5’E DÜŞECEK Mİ? Şimdi düşen talep ve baz etkisiyle enflasyon yüzde 15’in altında kalacak diye övünüyorlar. Bugün Merkez Bankası yılsonu enflasyon tahminini yüzde 13,9 olarak açıkladı. Bu hala benzer ekonomiler içinde en yüksek enflasyon oranlarından biri. Baz etkisi ve sözde güncellemeden gelecek enflasyondaki düşüşü şimdi de “faizi düşürdük, enflasyon düştü” diye pazarlamaya hazırlanıyorlar. Arada birkaç yıllık istisna dışında 2006’dan bu yana bu ülkede enflasyon hedefi kaç? Yüzde 5. Hiç tuttu mu? Hayır tutmadı. Kerameti kendinden menkul faiz teorilerine çok güveniyorlarsa; indirsinler faizleri yüzde 5’e bakalım enflasyon da yüzde 5’e düşüyor mu, düşmüyor mu? Ellerini tutan yok ama bu işi bir türlü yapmıyorlar.
KEDİ BURDAYSA CİĞER NEREDE? Bir de bakan damat dün demiş ki Mayıs’tan bu yana ekonomiye son iki ayda 10 milyar dolar girdi. Ödemeler dengesi rakamları Mayıs’ta kalıyor. Nereden ne geldi onu gelecek günlerde tabi ödemeler dengesinde göreceğiz. Ancak Mayıs’tan 19 Temmuz’a kadar hisse senedi ve DİBS piyasasına yabancıların sadece 390 milyon dolar getirdikleri gözüküyor. Yine brüt rezervlere baktığımızda da, Mayıs sonundan 19 Temmuz’a kadar rezervlerimiz sadece 2,8 milyar dolar artmış. Peki, bu 10 milyar dolar nerede? Yani ciğer buysa kedi nerede? Kedi buysa ciğer nerede?
FAİZ LOBİSİ MİLLETİN KANINI EMİYOR Diğer taraftan faiz inerken de çıkarken de kazananın değişmediğini bu defa da gördük. TCMB Başkanının görevden alındığı tarihten hemen sonra, yani 8 Temmuz’da bu ülkeye 1 milyon dolar getiren faiz lobisinin bir üyesi bugün itibariyle, yani 23 günde DİBS piyasasında 70 bin 347 dolar kazanmış. Yani dolar cinsinden üç haftada elde edilen getiri yüzde 7. ABD’de 10 yıllık tahvilin faizi bir yıllık getirisi ise yüzde 1,8. Üç haftada yüzde 7. Bir yılda yüzde 1,8. Bu şunu gösteriyor, faiz lobisi her halükarda ülkede tüyü bitmedik yetimin hakkını yemeye, milletimizin kanını emmeye devam ediyor.
MERKEZ BANKASI’NIN GÜVENİLİRLİĞİNİ İYİCE BİTİRİYORLAR Merkez Bankası Başkanını ekonomideki kötü gidişin günah keçisi yaptılar. Görevden aldılar ilk defa cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Merkez Bankası Başkanını görevden aldılar. Böylece kötü gidişin sorumluluğundan kurtulacaklarını zannediyorlar. Gazetelerde yer alıyor, yeni başkana vasi tayin etmişler. Merkez Bankası’nın güvenilirliğini zaten yerle bir ettiniz. Bu yapılan işlerle Merkez Bankası’nın güvenilirliğini iyice bitiriyorlar.
GİDEN GÜVEN GERİ GELMEZ Ekonomi ciddiyetsizliği kaldıracak durumda değil. Sıkıntı büyük. Diğer yandan fırsatlarda var. Şimdi küresel ekonomide bizim gibi ülkeler için fırsat penceresinin açılmaya başladığını görüyoruz. Gelişmiş ekonomiler yeniden parasal gevşemeye gidiyorlar, faizlerini düşürecekler. Ama öyle gözüküyor ki, bu fırsat da bu iktidar kadrolarının yetersizliğine kurban edilecek. Şimdi işler düzeliyor havası basıyorlar, mevcut yıpranmış, güven vermeyen kadroların yeniden güven vermesini sağlayacaklarını zannediyorlar. Çok açık söyleyeyim, bir kere güveni yitirdiğiniz andan itibaren o güven geri gelmez.
ÇİFTÇİ ÜRÜN FİYATIYLA MALİYET ARSINDA EZİLDİ Aslında ekonomik olarak tüm vatandaşlarımız çok ciddi sıkıntılar içinde. Ama bu sıkıntılardan en fazla etkilenen kesimlerin başında da çiftçilerimiz geliyor. Bu iktidar elinde iki Trakya’dan daha büyük bir alan artık ekilip biçilmiyor. Bu iktidar iş başına geldiğinde 140 litrelik traktör deposu 191 TL’ye doluyordu. Bugün 897 TL’ye doluyor. Çiftçi bir kilogram gübre için 1,7 kg buğday satarken; şimdi ancak 2,3 kg buğday sattığında bir kg gübre alabiliyor. Çiftçiler ürün fiyatıyla, girdi maliyeti arasında ezilip kaldı. Aynı çiftçilerimize kanunun emrettiği destek de bu iktidar kadroları tarafından çok görüldü. Her bir çiftçi ailesinin 2007’den bu yana birikmiş 68 bin 386 TL alacağı var. İlk defa tek adam parti devleti rejimine geçildikten sonra çiftçiye destekleri taksit taksit ödenmeye başladı. Yağlı tohum desteklerinin yüzde 70’ini ödediniz. Hala daha yüzde 30’u bekliyoruz. Ödedik ödeyeceğiz diyorsunuz nerede?
BUNLAR NE ARA BU KADAR SOSYETE OLDULAR Tarım devriminin yapıldığı bu topraklarda tarımı bitirdiler. Aslında iktidarın çiftçiye, tarıma bu yaklaşımını en güzel son dönemde gazetelerde yayınlanan bir fotoğraf karesi özetliyor. Tarlanın çamurunun, tarlanın tozunun ayağına bulaşmasından korkan Saray’ın kibirlisi tarlaya ayağında galoşla girmiş. Bunlar ne ara bu kadar sosyete oldular? Topraktan geldik, toprağa gideceğiz. Topraktan bu kadar korkmak neden? Ayağını tarlanın bereketli çamuruna değdirmeyen, pabucunu toprağın tozuna bulaştırmaktan korkan biri, çiftçimizin çektiği sıkıntıları nasıl anlayacak? Biz boşuna demiyoruz bunlar milletten koptu diye…
BU DEFA GERÇEKTEN TÜRKİYE’DE OLMAYANI YAPTILAR “Bu memlekette ne varsa ben getirdim, ben yaptım” diye övünüyorlardı. Çoğu tabi kendilerinden önceki iktidarlar tarafından getirilmişti. Ama bu defa gerçekten Türkiye’de olmayanı yaptılar. Tarlaya paçalarını da koruyan uzun konçlu galoşla giren ilk siyasi olmayı başardılar. Sarayından millete dürbünün tersiyle bakanlar, elbette tarlaya da galoşla girecekler. Ama milletimiz durumun gayet güzel farkındadır. Sabırla bundan sonra önüne gelecek ilk sandığı beklemektedir. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa isminizi belirterek sorularınızı alayım.
Soru- Bir kaç sorum var. Öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin kararı vardı Barış Akademisyenleriyle, bildiriye imza atanlarla ilgili “hak ihlali” kararı vermişti. Yüksek Mahkeme gerekçeli kararını açıkladı. Karar Anayasa Mahkemesi’nin bildiride yer alan düşünceleri paylaştığı veya desteklediği anlamına gelmez dedi. Bu gerekçeli kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de mahkemenin böyle bir gerekçeli karar açıklama gereği hissetmesi ya da neden böyle bir gerekçeli karar açıklama gereği hissetmiş olabilir?
Faik ÖZTRAK- Şimdi Anayasa Mahkemesi üzerinde bu sözde bir takım bilim adamları ciddi bir baskı oluşturma gayreti içinde. Hatırlayacaksınız bu bildiri ilk yayınlandığında CHP olarak biz de bu bildirinin içeriğine katılmadığımızı söylemiştik ama bu bildirinin ifade özgürlüğü kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiğinin de altını çizmiştik. Anayasa Mahkemesi de bu bildirinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi konusunda bir karar verdi. Ama karara dönüp baktığınız zaman başkan dışında 16 tane üye 8’e 8 yani 8 üye aslında bilim adamlarının, bilim insanlarının bir bildiriye imza atmaları nedeniyle özgürlüklerinden mahrum kalmalarını doğal karşılamıştır. Bu tabi son derece üzücü ve özellikle sarayın tek adam parti devleti rejimine geçildiğinden bu yana Anayasa Mahkemesi’ne yapmakta olduğu atamalarla Anayasa Mahkemesi’nin de hızla bir vesayet altına tek adam parti devleti rejiminin vesayeti altına girmekte olduğunu açık seçik ortaya koyuyor. Bildirinin içeriğine katılırsınız katılmazsınız söyledim altını çizerek. Biz de bu bildirinin içeriğine katılmadığımızı başta ifade etmiştik. Ama sonuç itibariyle bu bildiri ifade özgürlüğü kapsamında mütalaa edilmiştir Anayasa Mahkemesi tarafından. Anayasa Mahkemesinin bu mütalaasına karşı hakaretamiz bir takım ifadelerde bulunmak ve Anayasa Mahkemesi’ni bir ciddi baskı altına almaya kalkmak bilim adamlığına yakışmaz. İşte bu nedenle sözde bilim adamı lafını kullandım.
Soru- Efendim bir diğer sorum, CHP milletvekili Sayın Ali Mahir Başarır bütün bakanlıklara bir soru önergesi vermişti. Bakanlıklarda çalışan yetkililer personelle ilgili aralarında hem bakanlıktan maaş alıp hem başka şirketler yönetim kurulu üyesi olup maaş alanlar var mı diye. Cevap sadece Ulaştırma Bakanı Cahit Turan’dan geldi. Bakanlıkta 9 bürokratın çift maaş aldığını belirtti. Malum Cumhurbaşkanının da EYT’lilerle ilgili istek varken bir çift dikiş çıkışı vardı. Biz bu bürokratların çifte maaş almasını, çift dikişi nasıl değerlendiriyorsunuz? Faik ÖZTRAK- Şimdi açıkçası, bürokratlar yapmış oldukları ana işle ilgili olarak doğru düzgün maaş alabilseler bu tür yöntemlere başvurulmaz. Bunlar doğru yöntemler değildir. Bir yerde hem bürokratlık görevini yapacaksınız, hem de ilave bir şeyler alabilmek için bir yönetim kurulunda görev alacaksınız. Bunları kabul etmek, içimize sindirmek mümkün değildir.
Soru- Bir diğeri, CHP’li belediyelerle ilgili son günlerde çokça tartışma var, eleştiriler de yoğun. Akrabaların, birinci derece, ikinci derece yakınların görevlere atanmasıyla ilgili. Siz bunu nasıl değerlendirirsiniz, yorumunuz ne olacak? Faik ÖZTRAK- Şimdi şunu söyleyeyim, Türkiye’de tabi uygulamalara dönüp baktığınız zaman, balık baştan kokar diye bir laf vardır. Şimdi Sarayın damadı ekonomiden sorumlu bakan. Hem damat, hem kayınpederi saraya bağlı olan varlık fonunun yönetim kurulu başkanı ve yönetim kurulunun yöneticisi. Şunu açıkça ifade edeyim, CHP leke kabul etmeyen bir partidir. Dolayısıyla bu tür yanlış uygulamalar kamuoyu önünde gerçekten sırıtmaktadır. Bu nedenle ben özellikle bu konuları gündeme getiren medyanın müspet bir iş yaptığını düşünüyorum. Bunların gündeme gelmesinden ve kontrolün yapılmasından memnunuz. Bu çerçevede belediye başkanı arkadaşlarımıza gerekli uyarılarda bulunuluyor. Bununla ilgili olarak da bu çerçevede bir çekidüzen vermeleri konusu kendilerinden talep ediliyor. Ayrıca yine kendileri açıklama yapacaklar ama Genel Başkanımız ilk imzayı attı, Grup Başkanvekillerimiz imzaladı TBMM’ye bir siyasi etik yasasını da getirdik. Yani milletin çocukları bu kadar işsiz kalırken belediye başkanlarının, cumhurbaşkanının, merkezi hükümette üst düzey yöneticilerin kendi akrabalarına, üniversitelerde yine kendi akrabalarına iş vermelerini milletimizin kabul etmesi mümkün değildir. Öncelikle milletin işini çözecekler kendi akrabalarının değil, yakınlarının değil.
Soru- Efendim son olarak, Ankara Tren Garı’nın tarihi binaları ve Atatürk Orman Çiftliği arazisinin 550 bin metrekarelik alanı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın kurucusu olduğu Vakıf Üniversitesi’ne 30 yıllığına kiralandığı açıklandı. Sadece kiralandı dendi bir bedel belirtilmedi. Siz bu kiralamayı nasıl değerlendiriyorsunuz bir vakıf üniversitesine, bakanın içinde bulunduğu bir üniversiteye? Faik ÖZTRAK- Şimdi baktığınız zaman burada da bir milletin içine sinmeyecek bir durum ortaya çıkıyor. “Gerekli bedel ödendi” deniyor. Gerekli bedel nasıl tespit edildi, hangi kriterlere göre tespit edildi? Yani bakın sadece bu değil, aynı zamanda Atatürk Orman Çiftliğinin arazisiyle de ilgili bu üniversiteye dönük yapılmış olan bir uygulama var. Biraz önce anlattım, toprağa ancak galoşla basabilenler Atatürk Orman Çiftliği ve Atatürk Orman Çiftliğiyle ilgili olarak Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün yaklaşımını anlamakta zorlanıyorlar ki kalkıp bu arazileri üniversitelere veriyorlar. Bir an önce ne bedel ödendiği açıklanmalı. Daha önce de bu tür soruları soruyoruz. Kaç lira bedel alınmıştır bununla ilgili olarak, bu bedel nasıl tespit edilmiştir? Yine daha önce de sorduk çok tepki gösterdiler ama cevap alamadık hala. Bu yap-işlet-devret projeleri var. Bu hafta sonu söylemiştim bu yap-işlet-devret projelerinin bedeli nedir? Bütçeden daha ne kadar milletimiz geçmediği yol için, yatmadığı hastane için, geçmediği köprü, uçmadığı havaalanı için milyarlarca Türk Lirası ödemeye devam edecektir? Buna da cevap bekliyoruz. Yani bu hastaneye verilen kamu malının karşılığında ne alınmıştır? Diğer taraftan devlet kamu özel işbirliği çerçevesinde ihale ettiği altyapı projeleri için ne kadar garanti vermiştir, ne ödemeyi taahhüt etmektedir, bu projelerin maliyeti nedir? Milletin sırtına bu projeler nedeniyle ne kadar yük yüklenecektir? Bütün bunları bir defa daha soruyoruz ve bunlarla ilgili olarak cevap bekliyoruz.
|